Oniks taşından yonttuğu "L'âge mûr", kullanılan madenin eşsizlik, teknik uslübundaki yaratıcılık ve konusundaki sarsıcılık dolayısıyla sanat çevrelerince Camille Claudel'in başyapıtı olarak kabul görecektir.
"Sefalet içinde iken mutlu günleri hatırlamak kadar acı bir şey yoktur."
İlk sergisini 1903 yılında açan Claudel; 1913'te Rodin'in vesile olması sonucu ailesi tarafından akıl hastanesine kaldırılır ve 1943 yılında burada hayata veda eder. Vefatından önce kardeşine "Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi... Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar... Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor... Yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım... Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu esaretten çok sıkılıyorum... Eve hiç dönemeyecek miyim?" satırlarını yazar...
Camille 1943 yılında tam 30 yıl hastanede yaşamak zorunda bırakıldı. Hayat bir tesadüf durumu… Karşılaşırsınız, yakalarsınız, yaşarsınız ve zamanı geldiğinde biter… Ne zaman ne ile mücadele vermek gerektiğini bilmeli… Bitti mi bitmeli, gitti mi gitmeli… Hayatın satır başlarına takılan Camille, satır aralarındaki “bitir ve yürü” mesajlarını görmezden geldi. Kaybetmek ona göre değildi… Yas tutmayı seçmedi, hayatı istediği gibi eğip bükeceğini düşünürken kendini 37 yıllık bir yalnızlık içinde buldu. Hem de ne yalnızlık! Paris’siz, Rodin’siz, ailesiz ve heykelsiz…. Yazdığı mektuplarda Rodin’e olan özlemini nefretle, Paris’e duyduğu özlemi yalvararak anlattı…
Aklının iplerini hayata sıkıca bağlayamayan Claudel ölene dek şu sorunun cevabını aradı: “Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?”ve bu düşüncesiyle öldü. Sanırım; ona layık görülen yaşam, deha sahibi yaratıcı ve farklı bir kadın olmanın cezasıydı. Dünya değişmiş görünüyor; ama görünenin gerçek yüzü, deha sahibi güzel Camille’in yaşamından hâlâ pek farklı değil.
Heykellerini nasıl oluşturduğunu soranlara, "Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor" şeklinde yanıt veren usta sanatkâr Auguste Rodin, sanatta ve aşkta şiddeti benimsemiş bir isimdir. Rodin heykellerinde sıklıkla işlenen acı, mücadele, kuşku, kader ve ölüm temalarının; Camille Claudel ile yaşadığı aşkın bir kronolojisi olduğu düşünülebilir. Keza sevgilisi, modeli ve öğrencisi olan heykeltıraş Camille Claudel'le yaşadığı fırtınalı aşk ve heykellerini yaratırken başvurduğu parçalama tekniği, Rodin'in şiddete yakınlığının en somut örnekleridir.
"Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok üzüntü duyanlardır."
“Ben hayatı seviyorum, aşkı, umudu. Ödülsüz olsalar da…”
Camille Claudel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.