Translate
16 Kasım 2018 Cuma
"Hikâyelerimiz herkese anlatmak için değildir." Mükemmel Olmamanın Hediyeleri-Olmanız Gerektiğini Düşündüğünüz Kişiyi Bırakın, Olduğunuz Kişiyi Kucaklayın/Brene Brown
*En sevdiğim kısımlardan biri ise "Cesaret" ve "Merhamet" irdelenmesi oldu.Mesela diyor ki;" Merhamet geliştirme konusunda deneyimimizin bütünlüğünden —acımızın, empatimizin yanı sıra acımasızlığımız ve korkumuzdan— ilham alırız. Bu şekilde olmak zorundadır. Merhamet şifacıyla yaralı arasındaki bir ilişki değildir. Denkler arasındakı bir ilişkidir. Ancak kendi karanlığımızı iyi tanıdığımızda başkalarının karanlığıyla olabiliriz. Merhamet, ortak insanlığımızı fark ettiğimiz zaman gerçek olur."Ne kadar üzerinde düşünülesi değil mi?
** Cesaret (courage) kelimesinin kökü cor’dur; kalp kelimesinin Latince karşılığı. En eski yapılarından bir tanesinde cesaret kelimesi bugün sahip olduğundan çok farklı bir tanıma sahipti. Cesaret esas anlamıyla “kalbindeki her şeyi anlatarak aklından geçeni söylemek” demekti. Zaman içinde bu tanım değişti ve bugün cesaret daha çok kahramanlıkla eşanlamlıdır. Sıradan cesaret savunmasızlığımızı tehlikeye atmakla ilgilidir. Cesaret kelimesinde olduğu gibi merhamet kelimesinin kökenine bakarsak, merhametin neden genellikle acıya ilk yanıtımız olmadığını görürüz Merhamet (compassion) kelimesi Latince kelimeler pati ve cum’dan gelir, “birlikte acı çekmek” anlamını taşır.
** Cesaret (courage) kelimesinin kökü cor’dur; kalp kelimesinin Latince karşılığı. En eski yapılarından bir tanesinde cesaret kelimesi bugün sahip olduğundan çok farklı bir tanıma sahipti. Cesaret esas anlamıyla “kalbindeki her şeyi anlatarak aklından geçeni söylemek” demekti. Zaman içinde bu tanım değişti ve bugün cesaret daha çok kahramanlıkla eşanlamlıdır. Sıradan cesaret savunmasızlığımızı tehlikeye atmakla ilgilidir. Cesaret kelimesinde olduğu gibi merhamet kelimesinin kökenine bakarsak, merhametin neden genellikle acıya ilk yanıtımız olmadığını görürüz Merhamet (compassion) kelimesi Latince kelimeler pati ve cum’dan gelir, “birlikte acı çekmek” anlamını taşır.
Peer:Tek bir şey soracağım.Ne demek bu 'kendin olmak'? Dökmeci:Kendin olmak demek kendini yok etmek demek.Anladın mı?Anlamadın!!! Peer Gynt/Henrik İbsen
*Yukarıda ki alıntı yine Afife kitabından. Norveçli oyun yazarı İbsen ünlü oyunu Peer Gynt'ı yazarken eski bir masal kahramanından esinlenmiş.
"Bir bahar akşamı rastladım size Sevinçli bir telaş içindeydiniz.." Beste: Selahattin Pınar Güfte: Fuat Edip Baksı
* Afife Jale için bestelendiğini öğrendiğim ilk şarkı..malesef ilişkilerinin hüzünle nasıl ilerlediğini Pınar'ın bestelediği diğer şarkıların sözlerinden anlıyorsunuz. Yemek bile yemeden kitabı tamamladım. Elbette sonunu bildiğim bir hayat öyküsü ama neden diye sordum defalarca kendime neden bir insan, böylesine bir yetenek kendisine bunu yapar?Bir kadın olarak en zor adımı atmış ondan sonra gelenlere kapı açmış bu büyük oyuncunun hazin sonunda Cahide Sonku'yu gördüm sanki. Kitabın bir yerinde Cahide'nin ilk parladığı Afife Jale'nin de genç yaşında unutulmuş bir köşede bu parlamaya tanık olduğu sahne var..ne tuhaf sonlarının aynı olacağını bilemeden..(
**Kitaptan aktarılacak çok ama çok alıntı var ama okumayanlara haksızlık olmasın. Yalnız beni derinden etkileyen küçük bir not daha. (1920 lerin sonu ve 30 ların başında hangi yıl anımsamadım şimdi) Muhsin Ertuğrulun Darulbedayi için hazırladığı kış tiyatrosu programında yer alan oyunlar:Schiller'den Haydutlar, Gogol'dan Müfettiş, İbsen'den Bir bebek evi, Shakespeare'den Othello..ve açılış oyunu da The Trial Of Mary Dugan. Broadway veya Londra tiyatrosu değil düşünebiliyor musunuz? Recep İvedik'in film, basit bulvar oyunlarının tiyatro kabul edildiği günümüzde söylenecek şey çok ama içimden gelmiyor. Atatürk'ün her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız sözünü kendisi için zikrettiği Muhsin Ertuğrul ve sanatçıların en büyük korkularının unutulmak olduğunu bir kez daha anladığım bu kitapla unutulmadığını ruhunun bilmesini dilediğim Afife Jale'yi ve diğer tüm sanatçılarımızı saygıyla anıyorum..
**Kitaptan aktarılacak çok ama çok alıntı var ama okumayanlara haksızlık olmasın. Yalnız beni derinden etkileyen küçük bir not daha. (1920 lerin sonu ve 30 ların başında hangi yıl anımsamadım şimdi) Muhsin Ertuğrulun Darulbedayi için hazırladığı kış tiyatrosu programında yer alan oyunlar:Schiller'den Haydutlar, Gogol'dan Müfettiş, İbsen'den Bir bebek evi, Shakespeare'den Othello..ve açılış oyunu da The Trial Of Mary Dugan. Broadway veya Londra tiyatrosu değil düşünebiliyor musunuz? Recep İvedik'in film, basit bulvar oyunlarının tiyatro kabul edildiği günümüzde söylenecek şey çok ama içimden gelmiyor. Atatürk'ün her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız sözünü kendisi için zikrettiği Muhsin Ertuğrul ve sanatçıların en büyük korkularının unutulmak olduğunu bir kez daha anladığım bu kitapla unutulmadığını ruhunun bilmesini dilediğim Afife Jale'yi ve diğer tüm sanatçılarımızı saygıyla anıyorum..
"Nereden aldığınız değil, nereye götürdüğünüz önemlidir.." Jean-Luc Godard
*Candide (Voltaire eseri) Matmazel Künegond’un aşkı için güzel bir şatodan kovulur. Avrupa’da engizisyon zulmüne uğrar. Amerika’yı bir uçtan bir uca yaya olarak dolaşır. Güzel Eldorado ülkesinden aldığı büyülü kızıl koyunların hepsini yitirir. Ve sonunda der ki: Olabilecek dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbirine bağlanmıştır öyle ya, bütün bu acılara katlanmasaydım bugün burada mutlu olamazdım.Bu da bir bakış açısı elbette. Bir şeylerin zorluğunu çekerek inşa etmek oluşturmak. Ama ben hayatımızda bazı şeylerin Cotton-reel gibi olduğunu düşünüyorum. Cotton-reel: Kelime olarak karşılığı iplik makarası demek. (Freud bu kavramı çocuk analizinde çocuğun annesinin varlığı ve yokluğu üzerindeki kontrolünü sembolize eden bir oyun olarak kullanır.) Bazı metinlerde “Fort Da” oyunu olarak da geçer. Çocuk iplik bağlanmış makarayı tutarken “gitti (Almanca’da Fort)” diye bağırarak makarayı fırlatır ve “burada (Almanca’da Da)” diye bağırarak makarayı ipinden geri çeker. Bazı şeylerin gerçekten oluşup oluşmadığından emin miyiz?Kendimizce bir oyunda mıyız? Hatta daha da ilerletirsek; Derrida'nın bu oyun (fort-da) ve Heidegger'in Dasein terimini birleştirerek oluşturduğu : Fort-da-sein olabilir mi gelinen nokta. Hem yerde hem de hiçbir yerde olmayan..
"Gerçek, ancak onu işitmek isteyene söylenmeli.." Mutlu Yaşama Dair - Seneca
*Ve sanırım o gerçeği koruyabilene de..Sub rosa dictum. “Gülün altında söylenen şey” olarak Türkçeleştirilebilecek bu latince deyim “aramızda kalsın” anlamında kullanılırmış. Beyaz gül, suskunluğun ve ketumluğun sembolü olmuş. Bir odada itiraf mahiyetli veya çok samimi bir konuşma yapılacaksa etrafa beyaz güller konulurmuş..
Elinde çekiçten başka bir şey yoksa, her şey çivi olarak görünmeye başlar.” Abraham Harold Maslow
*Geçen akşam bir film vardı sanırım star Tv de."Deney isimli" bu film Alman yazar Mario Giordano’ya ait Das Experiment Black Box adlı kitaptan uyarlanmış.Bir bilim adamının düzenlediği ve tamamı erkeklerden oluşan 20 denek karşılığında para alacakları alacakları bir deneye katılırlar. Hiçbiri hayatında hapishane yüzü görmemiş olan denekler, hapishane ortamına dönüştürülen deney sahasında iki hafta boyunca, “yönetenler (gardiyanlar) ve yönetilenler (mahkûmlar)” olarak iki gruba ayrılarak yaşamak durumunda bırakılmayı kabul ederler.(Bu arada bu deney gerçekten de yapılmış. Stanford hapishane deneyi olarak bilinen deney, Stanford Üniversitesi’nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliğindeki bir grup araştırmacı tarafından 1971’de gerçekleştirilmiş.Deneyin amacı ise; insanlara giydirilen roller ve bu rollerin, bireyin gerçek benliğini ne kadar zamanda ele geçirerek yabancılaştıracağı ve bu süreçte kişinin, bu yabancılaşmaya ve kendisine biçilen role, ne denli uyum sağlama ya da kendi benliğini muhafaza etme iradesine haiz olacağının belirlenmesi.) Filmden da anladığı kadarı ile "Güç Sahiplerini" zorbalık yapmakla eleştirenler, güç ellerine geçince daha hümanist oluyorlar mı? Aynı Zimbardo deneyinde gardiyanlara geçici olarak emanet edilen güç gibi.. Gerçeği unutup kendini geçici gücün etkisine kaptıranlar bir gün Zimbardo deneyinden çıkıp utanan denekler gibi utanma duygusuyla karşılaşacaklar mıdır? Para sahiplerine kapitalist eleştirisi yapanlar, paraya kavuşunca işçisine daha insani davranırlar? İktidarı eleştirenler, iktidara geçince daha insancıl olurlar?Filmi seyretmenizi tavsiye ederim..
“Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” Carl sagan
*Bu yukarıda ki sözle biraz paradoksal olacak ama inançlarımızı da delillendirmek zorunda mıyız?William Clifford'ın " İnanç Ahlakı"nda yer alan çok bilinen bir öykü vardır.Bir gemi sahibi, denize bir göçmen gemisi göndermek üzeredir. Gemisinin eski, yapımının da kötü olduğunu, sık sık onarım gerektirdiğini, denize açılmayacak kadar kötü bir halde olduğunu söylerler. Ama o gemisinin defalarca yolculuğa çıktığını, sağlam olduğunu ve bu kimsesiz insanları Tanrının da koruyacağını düşünür. Bu seferin kazasız sonuçlanacağına tüm kalbiyle inanır..ama gemi batar, göçmenler ölür.Ne söyleyebiliriz bu adam için? Elbette ki, onca insanın ölümünden sorumlu olduğunu. Gemisinin sağlamlığına içtenlikle inanmış olduğu doğru; ne var ki inancının içtenliği onu hiçbir şekilde haklı çıkaramaz; çünkü öylesi bir kanıta inanmaya hiçbir hakkı yoktu. İnancını sabırla araştırmak yoluyla dürüstçe edinmemiş, kuşkularını baskılamakla yetinmişti. Blaise Pascal'ın dediği gibi :"Kalbin, aklın bilmediği nedenleri vardır." ama aklı reddeden çözüm çözüm değildir.
‘da capo’
"İnsanın en üst ruhlu, en canlı ve en dünyayı olumlayan ideal hali geçmiş ve şuan ile uzlaşmaya varmış kişi olmanın yanı sıra geçmiş ve şuanda ebedi olarak tekrarlanan her bilgiye sahip olmayı arzu ederek doyumsuzca ‘da capo’ (baştan) diye bağırandır. “
Friedrich Nietzsche / İyinin ve Kötünün Ötesinde
"Unutmayı öğrendim,unutmayı unuttum Unutmaya giden unutmayı öğrendim. Bir yalan hazırladım, ilk başkasından duydum, Yüzüme susanlardan konuşmayı öğrendim." Özdemir Asaf/Pagliacci.
**Şiire ismini veren Pagliaci italyanca Palyaçolar demek aynı zamanda R. Leoncavallo'nun operası. (Bir de her yerde geçen bu fıkra var: Bir adam doktora gider ve bunalımda olduğunu söyler. “Hayat sert ve acımasız.” der. Tehditkar bir dünyada kendisini yalnız hissettiğini söyler. Doktor “Tedavi basit.” der. “Büyük palyaço Pagliacci şehre geldi.” “Git onu izle. Moralin düzelir.” Adam gözyaşlarına boğulur. “Ama doktor.” der. “Pagliacci benim.
"Ne kadar detaylı bir şarkı listen olursa olsun bazen içinde bulunduğun durum için uygun bir parça yoktur..." Definitely, Maybe (2008)
*Maxwell, yaptığı birçok deney sonrasında havada bir manyetik alan bulunduğunu ve bunun da elektrik akımıyla harekete geçtiğini anladı. Bu manyetik alana ‘’eter’’ adını verdi. Evreni dolduran, zonklayan, ama görünmez olan pelte anlamına geliyordu eter.( Bu sözcük hala rastgele bir şekilde kullanımda. İngilizce ‘’etherel’ ruhani anlamlarına geliyor.) Radyo programları başlarken ‘’yayında’’ terimini kullanan programlar işte bu nedenle ingilizcede ‘’on the air’’ şeklinde ifade ediliyor. Radyo dalgalarının havasız ortamda yol alması
"Bana sevdiğin kitaplarda altı çizili cümleler hediye et..." Aziz Nesin
*Ben mücevher sevmem dedi kadın…
Anlamam da.
Tek taş, beş taş deyince…
Çocukluğumun oyunları gelir aklıma.
Mücevher sevmem ben.
Vefa severim.
Sadakat severim.
Edep severim. .
Şiir severim."
Birhan Eroğlu
Anlamam da.
Tek taş, beş taş deyince…
Çocukluğumun oyunları gelir aklıma.
Mücevher sevmem ben.
Vefa severim.
Sadakat severim.
Edep severim. .
Şiir severim."
Birhan Eroğlu
Gidenler gitti Bir yorgun kent kaldı geride Yine de şarkısını söyleyen Küller içinde!.." ... Nermin Erol
*Dresden bombardımanını düşünüyorum zaman zaman. (Sanırım bir yıl önce sayfamda ayrıntısı ile paylaşmıştım. Bir zamanlar Almanya’nın kültür ve tarih başkenti olan, bir çok müzeye, tarihi binaya ev sahipliği yapan şehir Dresden. Elbe Nehrinin kıyısında olan bu şehre, “Elbe’nin Floransa’sı” denirmiş.2 nci Dünya savaşının sonuna kadar hiç bombalanmadığı için "güvenli" olarak ilan edilen bu şehre hiçbir askeri bir stratejik gereksinim olmadığı halde tarihin en büyük bombardımanı İngiliz ve Amerikalılar tarafından "intikam" amacı ile düzenlenmiş.)O bombardıman sonrası şehirde zarar görmemiş nadir bir heykel fotoğrafı vardır..şehri seyreden.Ona benzeyen canlı heykeller sanki artık insanlar..ama yüzlerinde birer gülüş.."eccedentesiast" gülüşü..İçimi daha da çok acıtan bu gülüş.Şehir yıkıntılarını görmek bile beni üzerken insan yıkılmışlığına tanık olmak dayanılmaz geliyor..
**üm acılarına rağmen çevresine gülümseyebilen insanlara psikolojide verilen bir isim eccedentesiast.
**üm acılarına rağmen çevresine gülümseyebilen insanlara psikolojide verilen bir isim eccedentesiast.
Être à l'ouest.
"Nathanaël, içindeki bütün kitapları yakmalısın. Bütün kafa karışıklığın, zenginliklerinin çeşitliliğinden geliyor. Hepsinin içinden en çok hangisini istediğini bile bilmiyorsun ve biricik zenginliğin hayat olduğunu anlamıyorsun..."
Andre Gide, Dünya Nimetleri
*
Fransızca "Être à l'ouest. " diye bir deyim var. Kafa karışıklığından kaynaklanan dikkat eksikliği gibi bir anlamı var. Hani beyniniz o kadar doludur ki bazen söyledikleriniz aslında kafanızdan geçenler değildir.İşin komik tarafı bu deyimi bire bir çevirdiğinizde "Batıda olmak" anlamına geliyor.Bizimkilerin olduğu gibi farklı dillerdeki deyimlerin de bir hikayesi vardır elbette bununkini bilmiyorum. Ama bazen benim de "Kafam Batıda" diyesim geliyor
"Her şey senin yüzünden deyip çıkmak vardı aradan Ama ben bilirdim ki benim yüzümdendi de çoğu zaman..." . ~~Özdemir Asaf
**Streisand Etkisi: Barbra Streisand, bir internet sitesinde malikânesinin fotoğrafını görür ve bu fotoğrafın kaldırılması için dava açar.Aslında fotoğrafın kendisiyle hiç ilgisi yoktur. Yalı erozyonu için yapılan bir çalışmada diğer yalılar ile ve isim verilmeden yer almıştır. Bu dava sürecine kadar sadece 4 kişinin ziyaret ettiği fotoğraf (ki bunlardan ikisi de kendi avukatlarıdır) dava sürecinin sonuna kadar 420.000 kişiye ulaşmıştır. Yasaklamanın, kısıtlamanın ve içeriğin sansürlemesi çalışmaları sürecinde çok daha fazla ilgi çekme durumu, bu olayın en bilinen örneğini oluşturan Barbra Streisand'in soyadı ile özdeşleşmiştir.
"Tek bir yenilgi ile son bir yenilgiyi birbirine karıştırmayın.” Francis Scott Key Fitzgerald
*"Yaşama gücü, kendini sadece kararlı olmakta değil, aynı zamanda tekrar başlayabilme yeteneğiyle gösterir.” F. Scott Fitzgerald
"Mutlaka o gününüzü mahvedecek biri her zaman çıkar, hayatınızı mahvedecek birileri çıkmazsa tabi.” Charles Bukowski
*Bu tip insanlardan o kadar çok var ki. Mesela o gün çok mutlusunuzdur nedensiz bir şekilde sizi kırmaya, sinirlendirmeye başlarlar, mutlu başlayan gün o kişiyle karşılaşınca birden tatsızlaşır.Ben bu AMORF kişiliklerden çok sıkıldım,. Sanki yeterince sorun yokmuş gibi bir de mantıklı bir gerekçeye oturtamadığınız o davranışa katlanmak zorunda kalırsınız. İnsanların zaten az olan yaşam sevincini bir cümle, bir davranış ile zedelemeye kalkmaktan gizli bir haz duyanlardan hiç hoşlanmıyorum.(Amorf yunanca kökenlidir. "önceden belirlenmis bir sekil, yapi"si , yani "morf"u - olmayan "şekilsiz" anlamına gelir. Kişilik sorunlu bireylerde “şekilsizlik”diyebileceğimiz amorf kişilikler , çevresindekilere kötü davranarak tanrılaşmaya çalışmaktadırlar. )
"Bir aşk unutulmaz olacaksa eğer, küçük rastlantılar *Assissili Francesco'nun omuzlarına konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı doğru süzülmelidir.." Milan Kundera/Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
-Bir kitabı okurken, bir filmi seyrederken hep yaptığım şey bir yere takılmak..Assissili Francesco kimdir diye merak ettim, iyi ki de etmişim. Çok zengin bir tacirin oğluyken katıldığı savaş sonrası keşiş olan ve öğretileri ile tanınan bir isimmiş.Kilisenin ve dolayısı ile papanın güçlenmesine karşı çıkmış, Hz.İsa gibi mütevazi bir hayat sürme taraftarı olan, Tanrı ile kul arasına kimsenin girmemesi gerektiğini savunan, ""daima, asla, sonsuza dek" ancak Tanrının tasarrufunda olan kelimeler diyen ve "Teselli edilmektense, teselli etmeye bakıyorum, anlaşılmaktansa, anlamaya, sevilmektense, sevmeye.." sözünü gerçekten yaşamış.bir aziz.(Hz. Süleyman gibi hayvanlarla konuşabildiği rivayet edilirmiş .Kuşlar kısmı oradan geliyor bununla ilgili de uzun bir hikaye var.)
--Bütüne varış, ''reductio ad unum'' Orta çağın en büyük kaygısıydı. Francesco tek cümleye sığdırır bu yolu: ''Tutto mi appartiene, niente mi prende'' (Her şey benimdir, hiçbir şey beni benden alamaz). Francesco ait olmaz, ait kılmaz, iç ve dış, ''Ben'' ve ''öteki'' arasında bırakılan bu yapay boşluktan yayılan sevgi sıcaktır, öldüresiye kavrayıcıdır. Kundera'nın tek nüsha sözlüğündeki şefkat tanımını çağrıştırır: ''Şefkat, öteki ile aramızda, onun çocukluğunu yaşayabileceği yapay bir boşluk yaratmaktır.''
--Bütüne varış, ''reductio ad unum'' Orta çağın en büyük kaygısıydı. Francesco tek cümleye sığdırır bu yolu: ''Tutto mi appartiene, niente mi prende'' (Her şey benimdir, hiçbir şey beni benden alamaz). Francesco ait olmaz, ait kılmaz, iç ve dış, ''Ben'' ve ''öteki'' arasında bırakılan bu yapay boşluktan yayılan sevgi sıcaktır, öldüresiye kavrayıcıdır. Kundera'nın tek nüsha sözlüğündeki şefkat tanımını çağrıştırır: ''Şefkat, öteki ile aramızda, onun çocukluğunu yaşayabileceği yapay bir boşluk yaratmaktır.''
“Birini eleştirmeye kalktığında” demişti, “herkesin seninle aynı ayrıcalıklarla dünyaya gelmemiş olduğunu hatırla..” Muhteşem Gatsby
*Filmini seyrettiğim Muhteşem Gatsby yazım olarak hayal kırıklığıydı benim için, çok övülen bir kitap olmasına rağmen. Aslında sadece meraktan okudum. Fitzgerald ve Zelda ilişkisini duyduğumda bir nevi Rodin&Claudel olabilirler mi diye düşünmüştüm. Ama yanıldım. Önce Fitzgerald'ı okuyayım sonra Zelda'nın ilk ve son kitabını (Son Valsi Bana Ayır) diye karar verdim.Bazen büyük yeteneklerin yanında onların dehalarına koşulsuz destek veren, kendilerini adayanlar olduğu gibi ,Zelda örneğinde olduğunda gibi tam tersi çok farklı bir portre de çıkabiliyor. Zelda'nın kitabını bulamadım.Ama hakkında tüm okuduklarımdan sonra Hemingway'in neden onu sevmediğini anladım.
**Kitapta kullanılan bazı semboller ilginç ama. Mesela east egg, west egg. 1920'ler NewYork'un da eski zenginler, gerçek sosyete doğuda yaşarken yeni zenginler batıda yaşarlarmış. Valley of Ashes(Kül Vadisi) hem zengin hem yoksul kesimin geçmek zorunda kaldıkları tek yer. Orada göz doktorunun koyduğu tabela ve resim de bir sembol. Sanırım onları sürekli izleyen Tanrı'yı simgelemek için. (Her sembolden de bir anlam çıkartıyoruz ya, aklıma yıllar önce ismini unuttuğum bir yabancı yönetmenin röportajı geldi:"Bazen karede yer alan süt şişesi sadece süt şişesidir" :)
**Kitapta kullanılan bazı semboller ilginç ama. Mesela east egg, west egg. 1920'ler NewYork'un da eski zenginler, gerçek sosyete doğuda yaşarken yeni zenginler batıda yaşarlarmış. Valley of Ashes(Kül Vadisi) hem zengin hem yoksul kesimin geçmek zorunda kaldıkları tek yer. Orada göz doktorunun koyduğu tabela ve resim de bir sembol. Sanırım onları sürekli izleyen Tanrı'yı simgelemek için. (Her sembolden de bir anlam çıkartıyoruz ya, aklıma yıllar önce ismini unuttuğum bir yabancı yönetmenin röportajı geldi:"Bazen karede yer alan süt şişesi sadece süt şişesidir" :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)