*Hukuk tarihinin en ilginç avukatlarından biri “Şeytanın avukatı” olarak bilinen Jacques Vergès ile Vivet Kanetti’nin, 20 Eylül 1985’te, Le Nouvel Observateur dergisinde yayınlanan röportajının bir kısmı. (Donanımına, kültürel zenginliğine, kendisini ifade edişine bir bakıyorum bir de sayısı binleri bulan meslektaşlarımızın çoğunluğuna..:( )
Vivet Kanetti: Kitabınız “Savunma Saldırıyor”] sık sık “hukuk sanatı” tabirini kullanıyorsunuz. İyi bir avukattan da “sanatçı” diye söz ediyorsunuz…
Jacques Vergès: Gerçekten de adalete iki türlü yaklaşılabileceği kanısındayım. Biri teknik, diğeri sanat olarak. İkinci yaklaşımda, adaletin önüne gelen vakalar hep olağanüstüdür. Gerçek şu ki, adalet yasanın ihlaliyle alakalıdır; tıpkı roman ve film gibi. İlgimizi çeken hiç bir büyük roman yoktur ki bir yasanın ihlalinden söz etmesin. “Tehlikeli İlişkiler”dan “Ecinniler”e , “Kalpazanlar”dan “Bedendeki Şeytan”a, hatta diyebilirim ki “Tristan ve İsolde”ye kadar.Bu vakalar ilginçler, zira bizleri insan doğasıyla karşı karşıya getirmekteler. Düşüncem şu ki, insan topluluğu hayvan topluluğundan yasaların ihlaliyle ayrılır. Arı kovanında, ana kraliçe kendi iradesiyle hamileliğine son vermez. İhlalle, hatta diyebilirim ki suçla ayrılır insan hayvandan ve tanrılaşmak ister. Bir ihlalle karşı karşıya geldiğinizde, bu ihlalden roman çıkartacak yazara benzersiniz. Ancak biz avukatlar, bir hukuki dosya karşısında, daha çok sinema montajcısına yaklaşırız.Çekilmiş film parçacıklarına, yani sorgu tutanaklarına dayanarak, savcı ve savunma avukatı, iki ayrı öykü anlatacaklardır. Bu öykülerden biri yalan diğeri doğru değildir. Her ikisi doğrudur ve her ikisi doğru değildir. İkisi de birer hakikati dile getirirler, Tek Hakikat’i değil. O Tek Hakikat, ne hayatta, ne de bir dava süresi olan birkaç günde, birkaç saatte bulunabilir.
VK: Adaletin zaferine inanmıyorsunuz?
Jacques Vergès: Hukuksal alanda, bir ateistim. Themis tanrıçasının varlığına inamam. Derim ki, en sanatçı olan kazanacaktır. Galip gelecek olan estetiktir, adalet değil.
VK: Bir hukuk sanatçısının özellikleri nelerdir?
Jacques Vergès: Suçlu denen bir insanı savunabilmek için, sizin de tutkuyla yaşamanız gerekir. Eğer tutkuyla sevebilmekten acizseniz, karısını öldürmüş bir adamı nasıl savunabilirsiniz?
VK: Tutkuyla sevebilen biri misiniz?
Jacques Vergès: Ah! Evet, tutkuluyum ben. Büyük bir dolandırıcının yakalanmadan önceki hayatıyla ilgilenmiyorsanız, onu nasıl anlayabilirsiniz? Başkalarının Kızılderili Jivarolarla ilgilendiği gibi muhafazakâr bir küçük esnafın hayatıyla ilgilenmemişseniz, onu nasıl savunacaksınız?“Suç ve Ceza”dan bir sahne aklıma geliyor… Yargıç Porfir, Raskolnikov’la konuşmaktadır. Yargıç kimliğiyle yaptığı bir konuşma değildir bu henüz. Tefeci kadının cinayeti çerçevesinde bir işçiyi tutuklatmıştır. Ama Raskolnikov’la konuşurken, Porfir aniden şöyle der: “Hayır, bu bir işçinin işleyeceği cinayet değil, bu bir entelektüel cinayeti”. İyiyi ve kötüyü kendine sorun etmişlerin cinayeti. Bence yargıç Porfir, Raskolnikov’la aynı kaygılardan, düşüncelerden, aynı meselelerden geçmemiş, o da bir gün güzel bir cinayeti düşlememiş olsaydı, bu soruları soramazdı. Raskolnikov’un farkı eyleme geçmiş olmasındadır. Ancak Porfir, cinayetin hiç değilse köklerinden tatmış olduğu içindir ki, Raskolnikov’un suçunu açığa çıkartabilir.
VK: Kitaplarınızda sık sık başvurduğunuz “kopuş savunması” tanımı size mi ait?
Jacqes Vergès: Dünya dünya olalı kopuş savunmaları ve uyum savunmaları oldu. Bana ait olan, sanırım, bu iki kavramı birbirinden ayırmaktır. O güne dek, “siyasi dava”, “adi dava” gibi kanımca yüzelsel olan bir ayrımla yetiniliyordu. Oysa tüm siyasi davalar aynı tarzda olmadığı gibi –İtalya’daki “pişmanlık” davaları bunun bir kanıtıdır–, tüm adi davalar da aynı tipte değildir.
Messrine gibi bir büyük gangsterin savunmasıyla bir yankesicinin savunması aynı olmaz. Uyum savunması, mahkemede sanık, avukat, iddianame aynı değerleri kabul ettikleri zaman yapılan savunmadır. Bu durumda sanık, kendini savunmak için, öncelikle ve dosya buna imkân tanıyorsa, olaya dahlini inkâr edecek, masumiyetini haykıracaktır. Masumiyet iddiasında bulunamıyorsa, hafifletici nedenlere başvurur.
Buna karşılık daha çok siyasi, bazen de adi kimi sanıklar, iddianame ve mahkemenin ortak ilkelerini reddederler ve bir kopuş savunmasına girişirler. Bu kopuş savunmasına tarihin birçok döneminde tanık olacağız. Bize tümüyle aktarılmış ilk kopuş savunması, Sokrates’inkidir. Bir diğer büyük kopuş davası, Dreyfus vakası sırasında Zola davasıdır. Dreyfus davasının kendisi kopuş davası değildi… Cezayir Kurtuluş cephesinin, Filistinli fedayinlerin davalarında ve bildiğiniz diğer davalarda göreceğiz, kopuş savunmasını.
VK: Kopuş savunmasının en büyük kozu nedir?
Jacques Vergès: Kopuş savunmasında sanık Sokrates gibi yapar: farklılığını öne sürer. Sokrates döneminde, biliyoruz, bu tür davalar sanığın şahsi yıkımıyla sonuçlanırlar. Sokrates baldıran zehirini içmek zorunda kalır. Ama o günden bugüne dünyada pek çok şey değişti. Bugün hiçbir önemli olay yoktur ki Pekin’de geçmiş olup Şili’nin Santiago’sunda ve Paris’te yankılanmasın, yorumlanmasın. Bu durumda kopuş savunması en doğrusu gibi görünür, çünkü sanık, eğer teslim olmamışsa, farklılığını öne sürüyorsa, dünyadaki tüm dostlarını etrafına toplar. Bu örgütleme onu kurtarmaya yetmeyebilir, kimi zaman: Rosenberg’ler vakasında olduğu gibi. Ama zaten, kendilerini inkâr etmedikleri sürece, kurtuluşları mümkün değildi. Kopuş, durumu ağırlaştırmaz, var olan tek şansın kullanılmasını sağlar.
VK: Şöyle yazıyorsunuz: “hiçbir kopuş davası yoktur ki bir ölçüsüzlük sergilemesin”. “Ölçüsüzlük” de sanatsal bir kavram.
Jacques Vergès: Sade bir insanın –Zola gibi bir büyük yazarın bile; sade bir militanın haydi haydi– bir gün tek başına bir mahkemeye karşı dikilmesinde, baskıya karşı durmasında, onu gerileteceğini iddia etmesinde bir ölçüsüzlük vardır. Ölçüsüzlük, kendi alçakgönüllüğünü aşıp davanın ardından toplumun sözcülüğünü üstlenmektir. Zira bir davanın ilginçliği, ki bu da bir estetik veri, basit bir adi vakanın ve bir bireyin ardından bir insani soruna, tüm bir dönemin sorununa dönüşmesindedir.
VK: Bugünlerde katoliklikten çok söz eden yazarlar var. Onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Jacques Vergès: Gülünç. Hele ki bunlar Tartuffe misali sahte dindarlar. Bir reklam aracı. Ben severim katolik yazarları. Örneğin hakiki bir katolik yazar Léon Bloy’ı çok severim. İnancı uğruna çok acı çekmişti. O’ydu,
Martinique’teki Pelée volkanın patlamasıyla ilgili şöyle diyen: “Bu patlamanın nedenini aramayın. Bu, yaptıklarınızı gören Tanrı’nın kusmasıdır”.
VK: Kitabınız “Savunma Saldırıyor” da diyorsunuz ki , “bir hukukçu, Orta İmparatorluk sanatçısı gibi erkeğin adımını, kadının endamını ve on bir kuşun duruşunu bilmelidir”.
Jacques Vergès: Mısır heykeltraşlarına ait bir deyiştir bu…
VK: Siz on bir kuşun duruşunu bilir misiniz?
Jacques Vergès: Hayır ama gene de kum üstünde bazılarının adımını seçebilirim…
VK: Ya hayatta?
Jacques Vergès: Hayatta da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.